TMMOB
Gıda Mühendisleri Odası

GIDA VE TARIM`DA DIŞA BAĞIMLILIK AÇLIK VE YOKSULLUKLA MÜCADELE BAŞLIKLI TMMOB DÜNYA GIDA GÜNÜ SEMPOZYUMU’NU GERÇEKLEŞTİRDİK

GIDA VE TARIM`DA DIŞA BAĞIMLILIK AÇLIK VE YOKSULLUKLA MÜCADELE BAŞLIKLI TMMOB DÜNYA GIDA GÜNÜ SEMPOZYUMU’NU GERÇEKLEŞTİRDİK
MERKEZ
Yayına Giriş: 22.10.2018 Son Güncelleme: 22.10.2018

 

"GIDA ve TARIM‘DA DIŞA BAĞIMLILIK, AÇLIK VE YOKSULLUKLA MÜCADELE" BAŞLIKLI TMMOB DÜNYA GIDA GÜNÜ SEMPOZYUMU`NU GERÇEKLEŞTİRDİK

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü`nün (FAO) kuruluş tarihi olan 16 Ekim, Dünya Gıda Günü olarak kutlanmaktadır. Dünya Gıda Günü kapsamında gerçekleştirilen etkinliklerde, gıda üretimi, tüketimi ve gıda güvencesine ilişkin konular gündeme taşınarak küresel anlamda büyük önem arz eden açlık sorunuyla mücadeleye dikkat çekilmeye çalışılmaktadır. FAO tarafından bu yılın Dünya Gıda Günü teması "2030`a Kadar Açlığa Son" olarak belirlenmiştir.

Bu kapsamda, TMMOB çatısı altında, Odamızın, Kimya ve Ziraat Mühendisleri Odalarıyla ortaklaşa olarak düzenlediği, " Gıda ve Tarım‘da Dışa Bağımlılık, Açlık ve Yoksullukla Mücadele " başlıklı TMMOB Dünya Gıda Günü Sempozyumu`nu, 20 Ekim 2018 tarihinde Ankara‘da gerçekleştirdik.

Sempozyumun açılışında, üç Oda‘yı temsilen Odamızın Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Zeki Taydaş, TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz ve BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Türkiye Temsilcisi Viorel Gutu birer konuşma yaptı.

TMMOB`ye bağlı Odaların, sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinin, akademisyenlerin, meslektaşlarımızın, üyelerimizin ve öğrencilerimiz katıldığı Sempozyumda, Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu "Herkes için Gıda", FAO Gıda Güvenliği Uzmanı Keigo Obara "SOFI 2018 Dünya‘da Gıda Güvencesi ve Beslenme Durumu Raporu", Araştırmacı-Yazar Erhan Ünal "Küresel Planlar ve Tarımda Tekelleşme" ZMO Eski Dönem Yönetim Kurulu Başkanı Doç. Dr. Gökhan Günaydın "Gıda, Tarım ve Türkiye Ekonomisi" başlıklı birer sunum yaptı. Kimya Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Ali Uğurlu`nun yönettiği "Gıda ve Tarım‘da Dışa Bağımlılık-İthalat" başlıklı panelde, Ekonomist Prof. Dr. Aziz Konukman, Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dilek Bostan Budak, Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu Genel Başkanı Abdullah Aysu, İktisatçı-Yazar Mustafa Sönmez ve CHP Milletvekili Orhan Sarıbal konuşmacı olarak yer aldılar. Sempozyum boyunca, Ülkemizde yaşanan açlık ve yoksulluğun temelinde gıda ve tarımda yaşanılan dışa bağımlılığın yattığı, insanlarımızın %22`sinin yeterli gıdaya ulaşamadığı, %9`unun ise açlık sınırında yaşadığı ifade edilmiştir. Sempozyuma katılan konuşmacılar, ülkemiz açısından yakın gelecekte yaşanacak en önemli sorun alanının, şu an yaşanan ekonomik krizin tarım ve gıda üretimine yapacağı olumsuz etki olacağını, Ağustos 2018 itibariyle kendini daha çok hissettiren ekonomik krizin geçtiğimiz ay itibariyle tüketici enflasyonunu %25`lere, üretici enflasyonunu %50`lere taşıdığını, artan döviz fiyatlarıyla beraber gübre, mazot, tohum ve zirai ilaçta oluşan yüksek fiyat artışlarının üreticinin karşılayamayacağı duruma geleceğini ve üretimden vazgeçeceğini aktarmış ve bu durumun da ülkemizi önümüzdeki süreçte ciddi anlamda gıda tedariki sorunuyla karşı karşıya getireceğinin altını çizmiştir.

Yönetim Kurulu Başkanımız Kemal Zeki Taydaş`ın Sempzoyum`un açılışında yaptığı konuşması aşağıda yer almaktadır.

 
GIDA ve TARIMDA DIŞA BAĞIMLILIK

AÇLIK ve YOKSULLUKLA MÜCADELE

Açlık, bir canlının yaşamını devam ettirmek için gerekli olan gıdayı alamaması, yaşam fonksiyonlarının tehlike altına girmesi ve sağlığını kaybedecek duruma gelmesidir.

Yoksulluk ise bir insanın geçimi için gerekli üretim gücünü kaybetmesi ve gelir kaynaklarının azalması, bu nedenle başta gıda olmak üzere, barınma ve giyinme gibi en temel ihtiyaçlarının karşılanma olanaklarının yitirilmesi olarak tanımlanabilir. Uzun süreli yoksulluk açlığı getirmekte, açlık olmasa bile yetersiz beslenme sonucu sağlık sorunları ortaya çıkmaktadır.

Başta FAO (Gıda ve Tarım Örgütü) olmak üzere, IFAD (Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu), UNİCEF (Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu), WFP (Dünya Gıda Programı) ve WHO (Dünya Sağlık Örgütü ) gibi Birleşmiş Milletlere bağlı beş örgütün 2017 yılı için hazırlamış olduğu  "Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenme Durumu" raporunda ifade edildiği üzere yapılan çalışmalar ve yaratılan farkındalıkla doksanlı yılların sonu, iki binli yılların başında 1 milyar dolayında olan dünyadaki açlık çeken insan sayısının 2015 yılında 777 milyona düşürüldüğü ancak son üç yıl içerisinde bu rakamın artış eğilimi göstererek 2018 Ağustos ayında 830 milyonun üzerine çıktığı söylenmektedir. Dolayısıyla 2030 yılı için hedeflenen "sıfır açlık için çalışmak" olan 2018 yılı teması da tartışılır hale gelmiştir. Yaklaşık 7,5 milyar nüfuslu dünyada dokuz insandan birinin aç olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız. Ülkemizdeyse Birleşmiş Milletlerin tanımladığı gibi bir açlık durumunun söz konusu olmadığı, yetersiz ve dengesiz beslenme sonucu bazı sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kalındığı bilinmektedir.

İklim değişikliği ve kuraklık gibi doğal afetlerin yanı sıra, gelişmiş ülkelerin tarımsal ürün ticaretindeki korumacı politikaları, gıdaya olan talebin artması, tarımda girdi fiyatlarının yükselmesi, tarım sektörüne yeterli yatırımın yapılmaması,  tarım ürünlerinin biyoyakıt üretiminde kullanılması gibi birçok etken dünyada açlık ve yetersiz beslenmeye neden olmaktadır.

Günümüz dünyasında, tarımsal aktivitelerin şirketler tarafından yönlendirilir duruma gelmesi önemli bir ekonomi stratejisidir. Tek ürüne dayalı tarımsal üretim yapan uluslararası firmalar tarım için büyük bir risk oluşturmaktadır. Dünyada bu üretim anlayışının hâkim olmasıyla da açlık ve yetersiz beslenme ortaya çıkmaktadır. Oysaki dünyadaki gıdanın yaklaşık %70‘ ini küçük çiftçiler üretmektedir. Avrupa devletleri bu küçük çiftçisini özenle korumakta ve gelişmesi için çaba sarf etmektedir. Bu devletler tarımın şirketleştirilmesiyle gıda egemenliklerinin ve gıda güvencelerinin risk altına gireceğini çok iyi bilmektedirler.

Bugün itibariyle, hemen her alanda olduğu gibi gıda alanında da sayısı onu geçmeyen çok uluslu şirketler dünya piyasasına hâkim durumdadır. Küresel ölçekte dört şirket piyasayı tohumda %58.2,  tarımsal kimyasallarda %61.9,  gübrede %4.3,  hayvansal ilaçlarda %53.4 oranında kontrol etmektedir. Hayvansal üretimde bu oranlar tavukçulukta %97, domuz ve sığırda ise yaklaşık %66 düzeyine ulaşmıştır.

Bu şirketlerden altı tanesi dünya tahıl ticaretinin %85`ini, sekiz şirket ise kahve satışlarının %60`ını kontrol etmekte, özellikle insanların temel besin ihtiyacı olarak bilinen mısır, pirinç, buğday ve soya gibi tarım ürünü gıda maddelerini hâkimiyetleri altına almak için de büyük savaşlar vermektedirler.

Ülkemizde 60`lı Ve 70`li yılların planlı dönemlerinden sonra 24 Ocak `80 Kararları ve onun ardından gelen 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle birlikte tarımdaki desteklemeler kaldırılmış; IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü` nün zorlamaları doğrultusunda tarım ve gıdada köklü dönüşümler yaşanmıştır. EBK, SEK, Zirai Donatım Kurumu, TEKEL, Türkiye Şeker Fabrikaları, Azot Sanayi-Türkiye Gübre Fabrikaları ve Yem Sanayi gibi kamu iktisadi teşekküllerinin bir kısmı özelleştirilmiş,  bir kısmı da kapatılmıştır. TMO gibi KİT` lerle birlikte, Tariş, Çukobirlik, Fiskobirlik gibi üretici kooperatif ve birliklerinin ise içi boşaltılarak işlevsizleştirilmiştir.

Bütün bunların sonucunda 80`lerden bu yana uygulanan neoliberal tarım politikaları bizi gıdada dışa bağımlı hale getirmiş, çiftçiler tarımsal üretimden vazgeçmeye başlamıştır. TÜİK verilerine göre 2002 yılında tarımda istihdam edilen nüfus sayısı 7 milyon 458 bin kişi yani çalışan  nüfusun % 35 iken,  2018 yılı Temmuz ayında 5 milyon 765 bin kişiye, yani çalışan  nüfusun %19 una düşürülmüştür.

Tarımda modernizasyon küçük tarımsal alanların birleştirilip, büyütülmesine ve dolayısıyla düşük gelirli topraksız köylülerin köylerini terk edip, kente göç etmesine neden olmuştur. Yabacı oldukları şehre uyum sağlamaya çalışan bu insanlar bulundukları yerlerde sosyolojik, psikolojik ve ekonomik anlamda birçok sorun yaşamaktadırlar.

Gıda ve tarımda dışa bağımlılığın resmi göstergesi olarak TÜİK verilerine göre tarım ürünleri ithalatındaki son bir yıllık artışla 246 bin ton olan buğday ithalatı yüzde 234 artışla 821 bin tona, 48 bin ton olan mısır ithalatı 8.5 kat artışla 404 bin tona, 5 bin ton olan pirinç ithalatı da yüzde 240 artışla 17 bin tona, 4 bin ton olan nohut ithalatı, yüzde 175 artışla 11 bin tona, 3 bin ton olan kuru fasulye ithalatı, yüzde 267 artışla 11 bin tona, 107 bin ton olan soya fasulyesi ithalatı, yüzde 69 artışla 181 bin tona, 29 bin ton olan ayçiçeği tohumu ithalatı, yüzde 145 artışla 71 bin tona, 51 bin ton olan pamuk ithalatı, yüzde 41 artışla 72 bin tona yükseldiği görülmektedir.

Geçen yıl 22 bin 999 baş olan sığır ithalatının, yüzde 393 artışla 113 bin 318 başa, 1051 baş olan koyun ithalatının da yüzde 580 artışla 7 bin 143 başa yükseldiği görülmektedir. Sığır ithalatına ödenen miktar 2016`da 1.7 milyar TL iken 4 milyar TL`ye çıktığını, Türkiye` nin, 2011-2015 döneminde damızlık, besilik ve kasaplık olmak üzere yaklaşık 1.4 milyon büyükbaş hayvan ithalatı yaptığı raporlamalardan anlaşılmaktadır.

Dünyada gıda konusunda kıtlık olmadığını, tarımsal üretimin toplam talebin üzerinde olduğunu, gıdaya erişimin sağlanamamasında temel sorunun adil olmayan gelir ve ürün dağılımının olduğunu dolayısıyla açlığın nedeninin yetersiz gıda değil temelde yoksulluk olduğunu vurgulamak gerekir.

Çatışma altındaki ülkelerde yaşayan insanların gıda güvencesizliği ve yetersiz beslenme ihtimali çatışmalardan etkilenmeyen ülkelerdekinden daha yüksektir. Kronik gıda güvencesizliği ve beslenme yetersizliği ile karşılaşanların büyük çoğunluğu savaş, iç savaş ve çatışmalardan etkilenen ülkelerde yaşamaktadır. Birleşmiş Milletler verilerine göre tahmini olarak 815 milyon yetersiz beslenen insandan 489 milyonu bu çatışmalardan etkilenen ülkelerde yaşamını sürdürmektedir.

Çatışma ve şiddet, milyonlarca insanın yerlerinden edilmesine ve ev sahibi topluluklarda gıda güvencesizliğine ve bu güvencesizliğin sürmesine neden olmaktadır. Örneğin, Suriye Arap Cumhuriyeti‘ndeki iç savaş, 6 milyonun üzerinde insanın evlerini bırakarak ülkenin diğer yerlerine, 5 milyona yakını ise komşu ülkelere kaçmasıyla sonuçlanmıştır. Göç İdaresi resmi rakamlarına göre bu sayının 3 milyon 585 bin 738 kişisi Türkiye` de yaşamaktadır.

Son Yedi yıldır dünyada gıda fiyatları düşerken ülkemizdeki gıda fiyatlarındaki artış oldukça düşündürücüdür. Açlık ve yoksullukla mücadelede gıda güvencesinin ve yeterli beslenmenin olabilmesi için, ekonomik iyileşmenin sağlanıp geçimin kolaylaştırılması, doğal kaynakların yönetimi, çevrenin korunması,  kırsal alanda sürdürülebilir kalkınma ile kırsal refahın artırılması ve sürdürülebilir tarımsal politikaların hayata geçirilebilmesi gerekmektedir.

Adil bir gıda dağılımı ve gıdaya erişim hakkının olabilmesi için;  üretici doğru yöntemlerle desteklenip, üretim süreçlerinde tutulmaya çalışılmalı, tarımsal AR-GE‘ ye daha fazla yatırım yapılmalı, tarımsal ürün planlaması yapılarak israf önlenmeli, toprağı işlemede aile işletmelerine öncelik verilmelidir.

Özellikle kadın çiftçilerin tarımsal üretimin içinde tutulması önemlidir. Kadının topraktan kopmasıyla aileler de topraktan kopup uzaklaşmaktadır. Sürdürülebilir aile çiftçiliği ve bunun temel direği olan kadın çiftçiler özendirilmeli ve teşvik edilmelidir.

Halkçı tarım reformları yapılmalı, tohumlara bedelsiz erişim garantisi sağlanmalı, yerel üretim ve temel gıdalara öncelik verilmeli, ulusal üretim korunmalı ve halk tarım politikalarının belirlenmesine dâhil edilmelidir.

Son onaltı yıldır AKP uyguladığı politikalarla ve çıkarttığı yasalarla köylülerin yüzyıllardır ortak mülkiyet olarak kullandıkları otlaklarına, meralarına, yaylaklarına yasa zoruyla el koymuş, şirketlere satışının önünü açmış, köylülerin kullanımına kapatmıştır. Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu ile köylüyü zorla toprağından ederek, bitkisel üretim ile hayvan yetiştiriciliğini birbirinden ayırarak endüstriyel tarımın önünü açmış, küçük üreticilerin ölüm fermanını imzalamıştır. Bütünşehir/Büyükşehir Yasasıyla köyleri mahalle yapıp ortak mülkiyetlerine el koymuş, ülkenin neredeyse tamamını maden arama sahasına dönüştürmüştür."Büyük Şehir Yasası" köylülerin aleyhine olan bir yasadır. Bu yasanın değiştirilmesi için gerekli mücadele yapılmalıdır.

Gıda egemenliği, birey ve toplum olarak insanların kendi gıda sistemlerini tanımlama hakkıdır. Bunun anlamı, doğayla uyumlu çalışmak ve kaynakları yeterli, sağlıklı ve kültürel açıdan uygun yiyecek üretmek için korumaktır.

Gıda egemenliği konusunda yürütülecek politik mücadelede, köylü ve çiftçi düzeyinde sendikalaşmanın önü açılmalı, üreticiden tüketiciye aracısız mal sağlayan ekolojik üretim-tüketim kooperatifleri teşvik edilmelidir. Şirketlerin tek tek üreticilerle sözleşme yapmasını değil, üreticilerin ister sendika, ister kooperatif, isterse köy derneği adıyla olsun örgütleriyle sözleşme yapılması için mücadele edilmelidir.

Bizi gıdada dışa bağımlı hale getiren neoliberal tarım politikaları sonucunda kırsal kesim yoksullaşmıştır. Unutulmamalıdır ki gıda egemenliğini kaybeden uluslar benliklerini de yitirirler.

Kent kökenli endüstriyel devrim, gelişmekte olan ülkelerde kırsala doğru yayıldıkça gerek teknik açıdan, gerekse tüketilen besinler açısından küresel şirketlere olan bağımlılığı artırmıştır. Şirket tarımcılığı ve yeşil devrimin birlikteliğine daha sonra genetik uygulamalarla modifiye edilmiş ürünlerde katılmıştır. Genetiği değiştirilmiş bu organizmaların (GDO) tarımıyla başlayan üretim teknikleri dünyada adeta ikinci bir yeşil devrim olarak gösterilmiştir.

Oysa ki vahşi kapitalist neoliberal politikaların sonucu, kuraklık, tarımsal verimsizlik ve de gıda azlığının GDO ile çözüleceği konusundaki zorlamalarla, tarımsal üretimin ekseni değiştirilmeye çalışılmaktadır. GDO lu üretimle yapılmak istenen;  avcı-toplayıcı göçebe toplumdan, yerleşik tarım yapan topluma geçiş ile başlayan,  insanlık tarihi boyunca insanlığın ortak malı olmuş tohumların,  bir kişi, bir isim, bir şirket adına tescillenerek sahiplenilmesi ve bunun hazırlanmış hukuki sözleşmelerle,  ücreti karşılığında üreticiye satılıp,  üreticinin bağımlı hale getirilmesidir. "Tescilli, patentli tohumu alırsan üretim yaparsın" anlayışı ülkelerin gıda egemenliğini yok eden bir anlayıştır.

Tohumun şirketlerin eline geçmesi biyoçeşitlilik açısından büyük bir tehlike arz etmektedir. Çünkü şirket tarımcılığı biyoçeşitliliğe dayalı ekolojik tarımı değil, tek tip -mono kültüre dayalı-  tarımı teşvik etmekte, bunu da yüksek verim söylemi ile meşru kılmaya çalışmaktadırlar. 2006 yılında çıkarılan 5553 sayılı Tohum Yasası ile de patentlenmemiş tohumla üretim yapılması, patentsiz tohum, fide ya da ürünlerinin ticarete sokulması yasaklanmıştır. Tohumların korunması, saklanması, çiftçiler tarafından yeniden üretilmesi ve dağıtılması biyoçeşitliliğin, ekolojik tarımın ve sağlıklı gıdanın en büyük garantisini oluşturmaktadır.

Günümüzün hastalığı aşırı ve lüks tüketim alışkanlığı,  gıdaya adil ulaşmanın önündeki en büyük engellerden birini oluşturmaktadır. Aynı zamanda bu alışkanlık gıdada israfı beraberinde getirmektedir. Bu kadar aç insanın olduğu bir dünyada,  üretilen gıda maddelerinin %10‘ unun tüketilmeyerek çöpe atılması anlaşılmayacak bir durumdur. Günde yaklaşık 1,3 Milyar ton gıda çöpe giderek heba olmaktadır. Sadece bu tüketilmeyen ya da tüketilemeyen, çöp olarak son bulan üretim fazlasıyla bile açlık çeken insanları doyurabilmek mümkündür.  

Ülkemiz açısından yakın gelecekte yaşanacak en önemli sorun alanlarından birisi de, şu an yaşanan ekonomik krizin tarım ve gıda üretimine yapacağı olumsuz etki olacaktır. Ağustos 2018 itibariyle kendini daha çok hissettiren ekonomik kriz geçtiğimiz ay itibariyle tüketici enflasyonunu %25`lere, üretici enflasyonunu %50`lere taşımıştır. Artan döviz fiyatlarıyla beraber gübre, mazot, tohum ve zirai ilaçta oluşan yüksek fiyat artışlarını üretici karşılamakta zorlanacak ve üretimden vazgeçme noktasına gelecektir. Bu durumda ülkemizi önümüzdeki süreçte ciddi anlamda gıda tedariki sorunuyla karşı karşıya getirecektir.

Yukarıda ifade edilenlerin doğrultusunda açlığın, yokluğun ve yoksulluğun son bulduğu, hakça adil bir paylaşımın olduğu, korkulardan, kaygılardan uzak, güvenli, sağlıklı, savaşsız, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya özlemiyle Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği`ne bağlı 2018 yılı Dünya Gıda Günü Sempozyumu düzenleyicisi Gıda, Kimya ve Ziraat Mühendisleri Odaları olarak mücadelemize ara vermeksizin devam edeceğimizi kamuoyuna saygıyla duyurur, bütün katılımcıları saygı, sevgi ve dostlukla selamlarım.

Kemal Zeki TAYDAŞ
TMMOB Gıda Mühendisleri Odası
Yönetim Kurulu Başkanı


 


 


Okunma Sayısı: 1179